Siddet, bir sanatci olarak benim yetenegimin bir parcasi. Eger toplumu ya da bir insanin bir baskasina ne yaptigini düsünmeye koyulacak olursam kendimi kisitlarim. Hem ben siddeti seviyorum. Siddet, yasadigimiz dünyanin bir parcasi. Siddet insanlarin aklina yeni fikirler getirir, ayrica son derece sinemasal bir ögedir. Kaldi ki, bir filmde gösterilen siddeti sevip sevmemeniz ile yine bir filmde cok miktarda dans sahneleri olmasindan hoslanip hoslanmamaniz arasinda bir fark yoktur. Zaten benim filmlerimde karakterlerin de özgün bir serbestlikleri vardir. Karakterlerim cekim asamasinda birbirleriyle dogaclama konusur, kendi yollarini arayip bulurlar. O yüzden, bir hikayeyi bastan sona anlattiginiz bir senaryo tretmani asla yazamam. Ben o tip yazarlardan degilim, benim yazmaya koyulana kadar cevabini kasten vermek istemedigim sorularim olur. Demek istedigim, ben kendimi hicbir zaman baskalarina satmak amaciyla metinler kaleme alan bir yazar olarak görmedim. Aksine, kendim yönetip cekeyim diye hikayeler kuran bir yönetmen olarak gördüm. Ben derdimi sinema terimlerini kullanarak anlatmaya calisiyorum, hepsi bu...