Ankara Cayi, bagrina sefkatle basip muhafaza ettigi sivrisinek larvalarini usul usul kabugundan saliyor, evlad-i haserattan dokunmus vizilti pikesini, ana avrat sövmüsmüs sövmemismis hic aldirmadan civardan gecenlerin burun deliklerine, kulak memelerine dogru salliyordu. Simarik simarik bahar müjdesi verecegiz diye ucusan kavak pamuklari, terli enselere, ciplak alinlara yapisip kasindirarak milleti illet ediyordu. Börtü böcek antenini salliyor, killi bacaklarini sivazliyordu. Danaburnu topraktaki tohuma, ucuc böcegi yapraktaki bite, tirtil yapraga, solucan topraga saldiriyor, peygamberdevesi alayina saldiriyordu. Cocuk yasta beyaz bulutlar havai gökyüzünde uzun esek oynuyor, kararsiz tavirlarla kah yavsayip kic kica sokuluyor, kah gavur görmüs gibi kopup birbirlerinden uzaklasiyorlardi.
Bahar gelmisti.
Kün, yani Ol... Neleri neleri olduran bir roman, Kün. Ölülerin daha da ölebildigi -ya da tam ölemedigi-, cami imamiyla ateistin birbirini aydinlatabildigi, köpeklerin hem de Konya agziyla konusabildigi, el kadar oglanin kendisine el kaldirani hasat ettigi bir aleme kapi araliyor. Serefsizler serefsizligin gözüne vuruyorlar, iyiler canini disine takiyor, felegin zari hepyek de gelse bir bakiyorsunuz alti kapi aliyor.
Sezgin Kaymaz, kendine özgü üslbu ve halesiyle, yine eglenceli ve ürpertili bir hikaye anlatiyor. Anlattigi hikayenin heyecaniyla anlatisin nesesi yine birbirini costuruyor.
Siradan denen insanlarin siradan denen hallerinin ve dillerinin usta yazari, Angaranin kiyisina, rengahenk bir Konya dekoru kuruyor ayrica - Eski Konya. Eski tasra yasantisi Sezgin Kaymazin gizemine, mizahina, olay örgüsüne, anlaticiligina tutulanlar kadar, yerliligine de tutulanlar yok mu Kün, her zevke yetisiyor, her seyi olduruyor