Ayaklanma tarihi tam olarak belirlenmemis olmasina ragmen, 1925 yilinin ilkbaharinin hemen basinda baslayip, kisa bir süre icersinde tüm bölgeyi sariyor. Siyasi bir olgunluktan yoksun, gerekli askeri savas talimatlarindan habersiz bir gurupla harekete gecen bu ayaklamanin basarisizliga ugrayacagi bastan beli olmasina karsin, resmi devlete büyük korkular yasatmisti. Ama mevcut kosullarda bir mucize gerceklesemedigi gibi, ayaklanma kanla ve katliamlarla bastirildi. Ayaklanmanin önde gelen liderleri, Diyarbakirda, yol kenarlarinda carmiha gerildiler veya daragaclarina asilarak hayatlarina son verilip teshir edildiler.
Bu ayaklanmadan ötürü, bölge halkina bir daha böylesi bir maceraya girmemesi icin, ibret dersi verilmek isteniyordu. Her sey bunlarla da kalmamisti. Bu ayaklanmaya katilmis olanlara, cok uzaktan dahi, yakinligi olanlar da, tümüyle sürgün edilmislerdi. Iste bu vesileyle, benim ailemde ölüm yolculuguna cikmis oluyordu.
Isyancilar yakalandiklarinda hemen oracikta infaz ediliyorlardi, yakinlari veya uzaktan akrabalar ise direnmezlerse sürgün ediliyorlardi. Ve sürgünler hayvan nakliyatlarinda kullanilan bu kapkara vagonlarda, Nazi Almanyasini aratmayan görüntü ve yasantilarla gerceklestiriliyordu.
Sürgünler, tika basa balik istifi seklinde doldurulan bu kapkara vagonlarda cömelmenin bile mümkün olmadigi bir ortamda bilinmeyene ve ölüme gönderiliyorlardi.
Bu vagonlara binenlerin cogu varacaklari yere varmadan katlediliyordu.
Bizler, resmi dili konusamayanlar yüzlerceydik. Aksamlari, askeri egitimden sonra, diger askerler eglenirlerken, bizler dil kursunu izlemeye mecburduk. Bu dili ögrenmekte büyük zorluklar cekiyordum